İslam dünyasında sosyal yardımlaşma, yalnızca bireysel bir iyilik hareketi değil; organize ve kalıcı yapılarla toplumu ayakta tutan bir ahlaki sistemdi. Peki, bu sistem nasıl kurumsallaştı? Zekât, sadaka ve vakıf gibi yapılar modern sosyal hizmet disipliniyle nasıl kesişti? İşte bu yazıda, bu sorulara tarihsel ve toplumsal bir bakışla yanıt arıyoruz.
Toplumsal Adaletin Temel Taşları Zekât, Sadaka ve İnfak:
İslam'da yardımlaşma, bireylerin isteğine bırakılmış bir tercih değil; toplumsal adaleti sağlayan temel bir sorumluluktur. Bu anlayış üç kavramda somutlaşır:
Zekât
Malın belirli bir kısmının toplumun yoksul kesimine aktarılmasıdır. Bu uygulama, bireysel yardımın ötesine geçerek servet eşitsizliğini dengelemeyi amaçlayan bir sistemdir.
Sadaka
Tamamen gönüllülük esasına dayanır. Bireylerin empati ve merhamet duygusuyla gerçekleştirdiği bu eylem, toplumsal dokunun canlı kalmasına katkı sağlar.
İnfak
Malın, emeğin ya da zamanın kamu yararına adanmasıdır. Bu yönüyle, günümüz sosyal politikalarındaki toplum temelli kalkınma uygulamalarına benzer.
Kurumsallaşmanın İlk Adımları, Yardım Duygusundan Kamu Organizasyonuna:
Toplumsal iyiliğin sürekli ve adil bir şekilde gerçekleşebilmesi için sistemleşmesi gerekti. İslam toplumlarında bu sistemleşme şu tarihsel örneklerle kurumsallaştı:
Hz. Ömer ve Beytülmal
Zekâtı sistematik hale getirerek kamu hazinesini oluşturdu. Beytülmal ile birlikte devlet, sosyal sorumluluğu kurumsal bir yapıya taşıdı.
Emevî ve Abbâsî Dönemleri
Engelli, yaşlı, dul ve yetim bireyler için devlet destekli sosyal koruma modelleri oluşturuldu. Böylece sosyal yardımlaşma, toplumsal sözleşmenin bir parçası haline geldi.
Selçuklular
Medrese, darüşşifa ve imarethane gibi kurumlarla eğitim, sağlık ve beslenme hizmetleri organize bir şekilde verilmeye başlandı.
Osmanlılar
Bu süreci zirveye taşıyarak ihtiyaç alanlarına özel kurumlar kurdular:
- Darülaceze (kimsesizler için)
- Darüşşifa (hastalar için)
- Sıbyan mektepleri (çocuklar için)
Tüm bu yapılar, sosyal hizmet disiplininin tarihsel öncülleri olarak değerlendirilebilir.
Merhametin Kurumsal Mimarisi Vakıf Sistemi:
İlk Vakıf Uygulamaları
- Hz. Peygamber’in Medine’deki hurmalığını vakfetmesi
- Hz. Ömer’in Hayber arazisini toplum yararına tahsis etmesi
Bu adımlar, kişisel iyiliğin kalıcı kamu faydasına dönüşmesini sağlamıştır.
Selçuklu ve Osmanlı Vakıfları
Bu dönemde vakıflar yalnızca bir yardım mekanizması değil, toplumu şekillendiren yapılar haline gelmiştir:
- Darüşşifalar: Sağlık ve sosyal destek merkezleri
- İmarethaneler: Toplumsal bütünlüğün sofrası
- Medreseler: Bilgiye erişim ve fırsat adaletinin kurumu
- Kervansaraylar: Sosyal güvenliğin taşradaki kalesi
16. yüzyılda yalnızca İstanbul’da 25.000’den fazla vakıf vardı. Bu sayı, sosyal hizmet disiplinine yaklaşan bir organizasyon gücünü yansıtır.
Modern Sosyal Hizmet Disipliniyle Kesişim Noktaları
Bugünkü sosyal hizmet disiplini; etik değerler, bilimsel bilgi ve insan hakları ilkesi üzerine kurulu profesyonel bir alandır. Ancak tarihsel olarak İslam toplumlarının inşa ettiği yapılar, bu disiplinin ruhunu sezgisel biçimde taşıyordu:
- Zekât, bugünkü gelir dağılımı politikalarının öncülüdür.
- Sadaka, gönüllülük esaslı toplum temelli hizmetlerin yansımasıdır.
- Vakıf sistemi, bugünkü sosyal hizmet kurumlarının tarihsel karşılığıdır.
Bu sistemler, yalnızca yardım etmeyi değil, toplumsal sorunları kökten çözmeyi hedeflemiştir.
Geçmişten Geleceğe Sosyal Hizmetin Yolculuğu
Sosyal hizmet disiplini, bireysel hayırseverlikten farklı olarak sistemli, etik ve sürdürülebilir bir yaklaşıma dayanır. Ancak bu yaklaşımın tarihsel kökleri, İslam toplumlarının inşa ettiği merhamet yapılarında gizlidir.
Zekât, sadaka, infak ve vakıf gibi kavramlar; bugünün sosyal hizmet politikalarının vicdanla buluştuğu yerlerdir. Geçmişin bu güçlü mirası, yalnızca hatırlanacak değil; geleceğin daha adil ve insani sistemlerini kurarken ilham alınacak bir kaynaktır.

