İnsan kendi yaşamının mimarı olabilir mi; sosyal hizmet bu inancı nasıl destekler?
İnsanı diğer tüm varlıklardan ayıran şey yalnızca aklı değil; kendi olma, kendini kurma ve kendine yön verme gücüdür. Giovanni Pico della Mirandola, İnsanın Değeri Üzerine Söylev adlı metninde insanı “biçimsiz” yaratan Tanrı’nın ona eşsiz bir ayrıcalık sunduğunu söyler: Kendi doğasını biçimlendirme özgürlüğü. Bu anlayış, insanı sabit ve değişmez bir varlık olarak değil, potansiyeli olan, sürekli inşa hâlinde bir özne olarak konumlandırır.
Pico’nun felsefesi, insanın yücelme ya da alçalmayı kendi seçimleriyle tayin ettiğini savunur. Bu düşünce, insanın doğasında saklı olan özgür irade, ahlaki sorumluluk ve özerklik kavramlarını temele yerleştirir. İnsan, ne melek ne de hayvandır; o, her an yeniden olmayı seçebilecek bir varlıktır. İşte bu seçim hakkı, çağdaş sosyal hizmetin temel etik ilkelerinden biri olan kendi kaderini tayin hakkı ile doğrudan kesişir.
Sosyal hizmette bu hak, yalnızca bireysel özgürlüğü savunmakla kalmaz; bireyin yaşadığı sosyal, ekonomik ve kültürel engelleri aşabilmesi için destekleyici bir rol oynar. Burada insan hakları temelli yaklaşım, Carl Rogers’ın insana koşulsuz değer verme ilkesi, Paulo Freire’nin eleştirel pedagojisi, empowerment (güçlendirme) kuramı ve özerklik merkezli etik çerçeve, bu hakkın kuramsal zeminini oluşturur.
Kendi kaderini tayin hakkı, bireyin pasif bir yardım alıcısı değil, yaşamının öznesi olarak tanınmasını gerektirir. Sosyal hizmet uygulamalarında bu ilke, bireyin kararlarına saygı duymak, riskleri göze alma hakkını tanımak ve müdahaleci değil kolaylaştırıcı bir duruş benimsemek şeklinde somutlaşır. Sosyal hizmet uzmanı, bu süreçte bireyin potansiyelini bastırmadan, onunla birlikte düşünen ve yürüyen bir refakatçidir.
Pico’nun "kendi biçimini seçme" düşüncesiyle sosyal hizmetin bu temel ilkesi arasında kurulan bağ, bireyin kendi yaşamını sanat eseri gibi şekillendirme kapasitesine duyulan inançta buluşur. Birey, tıpkı Pico’nun betimlediği gibi, kendi içinden doğan bir heykeltıraştır. Bu benzetme, insanın değerinin yalnızca doğuştan gelen haklarla değil, seçimlerinin ahlaki ve toplumsal sonuçlarıyla da bağlantılı olduğunu gösterir.
Bu anlayış, sosyal hizmetin yalnızca bir yardım mekanizması olmadığını; bireyin varoluşuna, değerine ve potansiyeline duyulan derin bir saygının pratiğe dökülmüş hali olduğunu ortaya koyar. Yardım, ancak bireyin iradesine saygı temelinde verildiğinde onarıcı ve dönüştürücü olur. Bu yaklaşım, bireyin yaşamla ilişkisini güçlendirir, onu edilgenlikten öznelik hâline taşır.
Sonuç olarak, insanın değeri ile kendi kaderini tayin hakkı, yalnızca bireysel bir hak değil, aynı zamanda sosyal hizmetin kuramsal temelini oluşturan bir varoluş biçimidir. Çünkü sosyal adalet, ancak bireyin kendi yaşamı üzerinde söz sahibi olduğu bir düzlemde hayat bulur.
